23 Nisan 2014 Çarşamba

Evrim İş Başında Yalanı


bilim
Zaman zaman basın-yayın organlarında yer alan, 'Evrim iş başında' ifadesi, gerçekte bir canlı popülasyonunun varyasyonlarının 'evrim' olarak çarpıtıldığı bir propagandadan ibarettir. Varyasyon, genetik biliminde kullanılan bir terimdir ve "çeşitlenme" demektir. Bu genetik olay, bir canlı türünün içindeki bireylerin ya da grupların birbirlerinden farklı özelliklere sahip olmasına neden olur. Örneğin yeryüzündeki insanların hepsi temelde aynı genetik bilgiye sahiptirler, ama bu genetik bilginin izin verdiği varyasyon potansiyeli sayesinde kimisi çekik gözlüdür, kimisi kızıl saçlıdır, kimisinin burnu uzun, kimisinin boyu kısadır.
Evrimciler ise, bir türün içindeki varyasyonları evrim teorisine delil olarak göstermeye çalışırlar. Oysa varyasyon evrime delil oluşturmaz, çünkü varyasyon, zaten var olan genetik bilginin farklı eşleşmelerinin ortaya çıkmasından ibarettir ve genetik bilgiye yeni bir özellik kazandırmaz.
Varyasyon her zaman genetik bilginin sınırları içinde olur. Genetik biliminde söz konusu sınıra "gen havuzu" denir. Bir popülasyonun bireyleri birbirleriyle ne kadar çok eşleştirilirse eşleştirilsinler, ortaya yeni canlılar çıkmaz. Bu, tarih boyunca yürütülen bitki ve hayvan ıslahı çalışmaları ile 20. yy'ın sayısız laboratuvar deneyinin ortaklaşa doğruladıkları bir gerçektir.
Biyolog Edward Deevey de, varyasyonun hep belirli genetik sınırlar içinde gerçekleştiğini şöyle açıklar:
Çaprazlama çiftleştirme yöntemiyle çok önemli sonuçlara varılmıştır... Ama sonuçta buğday hala buğdaydır, örneğin, üzüm değildir. Domuzlar üzerinde kanat oluşturmamız da, kuşların yumurtalarını silindir şeklinde üretmeleri kadar imkansızdır. Daha güncel bir örnek, son bir yüzyıl içinde dünyadaki erkek nüfusunda görülen boy ortalaması yükselişidir. Daha iyi beslenme ve bakım koşulları sayesinde erkekler son bir yüzyıl içinde rekor sayılabilecek bir boy ortalamasına ulaşmıştır, ama bu artış giderek durma noktasına gelmiştir. Çünkü varabileceğimiz genetik sınıra dayanmış durumdayız.168
Özellikle TV belgesellerinde doğal popülasyonlardaki varyasyon örnekleri evrimciler tarafından çarpıtılır. Örneğin bir adada yaşayan, zemin örtüsüne uygun görünümde kuşların daha iyi kamufle olması, bakterilerin antibiyotiklere veya böceklerin tarım ilaçlarına karşı bağışıklık kazanması gibi durumlar, 'evrimin iş başında olduğu' şeklinde maksatlı bir yorumla aktarılır. Böylece izleyenlere doğada anbean işleyen ve bilim adamlarınca delillendirilebilen bir evrim sürecinin devam etmekte olduğu telkin edilir.
Oysa anlatılan örneklerde sadece kuşun tüy desenlerindeki varyasyonlardan zemin örtüsüne uygun olanının seçilmesi söz konusudur. Bu durumda zaman içinde buradaki popülasyon zemine uygun renklerdeki kuşlardan meydana gelebilir. Ancak evrimci biyologların "mikroevrim" adını verdikleri bu olay, sadece mevcut genetik bilgi dahilinde gerçekleşen bir değişimdir, bir türü başka bir türe değiştirmemektedir. Yukarıdaki örneklerin hiçbirinde, konu edilen canlıların DNA'sına yeni genetik bilgi eklenmemektedir. Varyasyonlardaki seçilim, 'zaten' var olan genetik bilgi arasında gerçekleşmektedir, dolayısıyla bir 'evrim' meydana geldiğini iddia etmek mümkün değildir.
Tüm bu örnekler, tür içi çeşitlenmelerle ilgilidir. Bu, birçok evrim biyoloğunun da kabul ettiği bir gerçektir.
Evrimci biyologlar, Gilbert, Opitz ve Raff, Developmental Biology dergisinde yayınlanan 1996 tarihli bir makalelerinde türlerin kökeninin, mikroevrim şeklinde adlandırdıkları varyasyonlarla açıklanamayacağını şöyle belirtirler:
Modern sentez (neo-Darwinist teori) önemli bir başarıdır. Ancak, 1970'lerden başlayarak, çok sayıda biyolog bunun açıklayıcı gücünü sorgulamaya başlamıştır. Genetik bilimi, mikroevrimi açıklamak için yeterli bir araç olabilir, ama genetik bilgi üzerindeki mikroevrimsel değişiklikler, bir sürüngeni bir memeliye çevirebilecek ya da bir balığı amfibiye dönüştürecek türden değildir. Mikroevrim, sadece uygunların hayatta kalması kavramına yardımcı olabilir, uygunların oluşumunu açıklayamaz. Goodwin'in 1995'te belirttiği gibi, "türlerin kökeni, yani Darwin'in problemi, çözümsüz kalmaya devam etmektedir."169

Sonuç:

Zaman zaman gündeme getirilen 'Evrim iş başında' söylemi, evrimcilerin toplumu yanıltmak için sürdürmeye çalıştıkları bir aldatmacadan ibarettir. Fosil kayıtları, türlerin evrimle ortaya çıktığı iddiasını kesin olarak yalanlamaktadır. Doğa tarihinin milyonlarca yıllık kayıtları göstermektedir ki, tüm canlı grupları aniden ve kusursuz yapılarıyla var olmaktadır. Türler yeryüzündeki varlıkları boyunca değişikliğe uğramamakta, başka canlılara dönüşmeden soylarını sürdürmektedirler.
Bu durum gayet açık bir şekilde göstermektedir ki, iş başında olduğu savunulabilecek hiçbir evrimsel süreç yaşanmamıştır. Yeryüzü, kendine has özellikler taşıyan ve her biri olağanüstü bir komplekslik sergileyen, Allah'ın "Ol" emri ile yaratılmış canlılarla doludur. Bunlara evrimsel bir geçmiş uydurmaya çalışmak, hiçbir zaman bir sonuç vermeyecek, bilimsel gelişmeler sürekli olarak evrim aleyhinde gerçekler ortaya çıkaracaktır.
Bir ayette Rabbimiz olan Allah şöyle buyurmaktadır:
Onu istediğimizde herhangi bir şey için sözümüz, ona yalnızca "Ol" demekten ibarettir; o da hemen oluverir. (Nahl Suresi, 40)

küre balığı fosili
Solda: 150 milyon yıllık küre balığı fosili. Sağda: Günümüzdeki küre balığına bir örnek.
kurt kafatası fosili
Sağda: 20 milyon yıllık kurt kafası fosili. Solda: Günümüzde yaşayan kurta bir örnek.
antilop kafatası fosili
Solda: 50 milyon yıllık antilop kafası fosili. Sağda: Günümüz antilobu.
kaplan kafatası fosili
Solda: 80 milyon yıllık kaplan kafatası fosili. Sağda: Günümüz kaplanlarına bir örnek.
Fosil kayıtları, türlerin evrimle ortaya çıktıkları iddiasını kesin olarak yalanlamaktadır. Milyonlarca yıllık fosiller, günümüzde yaşayan türdeşleriyle hiçbir farklılık ortaya koymamaktadır. Bu gerçek canlıların, yaratıldıkları andan itibaren, milyonlarca yıl boyunca hiçbir değişikliğe uğramadıklarını göstermekte, hayali evrim sürecini kesin olarak inkar etmektedir.

"Bizi Biz Yapan Beyin Bölgeleri" Aldatmacası

maymun
İnsan, diğer memelilerle benzer biyolojik yapılara sahip olmasına karşın, zihinsel faaliyetleri açısından canlılar aleminden derin bir ayrımla ayrılır. Bu durum, insanın en yakın akrabası olarak öne sürülen şempanze ile insan arasında da gözlenmektedir. Zihinsel güç açısından insanla şempanze arasındaki farklılık öylesine büyüktür ki, evrimciler bunun "alem seviyesinde" bir farklılığa denk geldiğini ifade etmektedirler. (Canlılar, küçükten büyüğe sistematik bir sıralama dahilinde; tür, cins, aile, takım, sınıf, filum ve alemlere ayrılırlar. Canlı sistematiğinin en büyük sınıfı, alem'dir.) Yani zihinsel faaliyetler açısından insanla şempanze, bitkiler alemiyle hayvanlar alemi kadar farklıdır.
Burada evrimciler adına bir çelişki söz konusudur. Evrimciler, insanın hem bedensel hem de zihinsel tüm özelliklerinin hayali evrim sürecinde ortaya çıktığını kabul ederler. Peki ama nasıl olur da insan, sözde en yakın akrabası olarak ilan edilen bir canlıyla böylesine derin bir ayırıma sahip olmuştur? Evrimciler bilincin maddeden kaynaklandığı dogmasına saplanıp kalmışlardır. Bu durumda, şempanzeyle aynı tipte beyin hücrelerine sahip olan insanın; üniversiteler, kütüphaneler, hastaneler kuran, uzaya mekik gönderen üstün akıl sahibi bir canlı olarak ortaya çıkmasını nasıl açıklayabilirler?
bilim
Açıktır ki, insanı insan yapan faktörleri beyin kimyasında ya da nöronların elektrokimyasal faaliyetlerinde aramak akıl dışı bir yaklaşımdır. Nöronlar ve değiş tokuş yaptıkları kimyasallar, nihayet atomlardan meydana gelmektedir. Atomların ise bilinç meydana getirici hiçbir özelliğinin bulunmadığı açıktır. Bir çekirdek ve onun etrafında dönen elektronlardan meydana gelen, oksijen, karbon, azot ve hidrojen gibi atomlar hissedemez, düşünemez ve konuşamazlar.
Darwinizm; cansız bir dünyadaki atomların, zaman içinde birleştiğini, en kaliteli televizyondan daha mükemmel görüntü sağlayıp kendilerini görmeye başladığını, en kaliteli müzik setinden daha net ses sağlar hale geldiklerini ve ardından onu duyma yeteneği kazandıklarını, yerin sertliğini hissetmeye başladıklarını nihayet profesörler, doçentler gibi düşünür ve konuşur olduklarını iddia etmektedir!
Darwinistler, bilim dünyasını ve toplumu bu akıl dışı, köhne inanca sürüklemeye çalışmaktadırlar. Bu doğrultuda çalışan primatbilimciler ve sinirbilimciler, insan aklıyla ilgili evrimcilerin içinde bulundukları çıkmazın kimi beyin bölgeleri üzerinde yapılan çalışmalarla giderilmekte olduğu izlenimini vermeye çalışmaktadırlar. Maymun ve insan beyni üzerinde görüntüleme çalışmaları yapmakta, beynin faaliyetleri üzerinde spekülasyonlar ortaya koymaktadırlar. Bu çalışmalar ise medyada "bizi insan yapan beyin bölgeleri belirlendi" türünden yanıltıcı başlıklarla haber verilmekte, insan beyninde bulunan bazı 'sihirli' nöronların insana akıl ve hislerini kazandırdığı telkin edilmektedir.
Ancak bu yöndeki propagandanın hiçbir gerçekliği bulunmamaktadır. Nitekim New Scientist dergisinde "Yaşamın Gizemleri" başlığı altında yayınlanan bir makalede, bu propagandayı yalanlayan şu sözler ortaya konmuştur:
bilim
İnsanı insan yapan faktörler, beyindeki nöronların faaliyetleri değildir. Şuursuz, bilinçsiz ve cansız atomlar, duyan gören, düşünen, bilinçli insanları var edemezler. Şuursuz atomlar bir araya gelerek laboratuvarlarda kendisini inceleyen insanı oluşturamazlar.
"Bilinç, bilim için gerçekten zor bir sorudur çünkü tamamen subjektiftir. Bilinçle ilgili çalışmaların uzun süredir din ve felsefe alanlarına ait olmasının sebebi de budur. Ancak biyologlar, özellikle nörologlar, şimdi bu tartışmaya dahil oluyorlar. Bazıları beyin taramalarının ve elektriksel kayıtlandırmalarının 'bilincin nöral (sinirsel) karşılığını' ortaya çıkaracağını umuyorlar. İnsanlar bilinçliyken -bilinçsizken değil- beyinde neler olup bittiğini anlayabilmemiz gerektiğini varsayıyorlar.
Araştırmacılar bu konuda ilerlemeler kaydettiler. Ancak beyinle ilgili olarak bizi neyin bilinçli yaptığı hala açık değil. Bizler bilinçli olduğumuzda açık olan, bilinçsiz olduğumuzda ise kapalı olan tek bir beyin alanı kesinlikle yok. Ve üzerinde bilinçli olduğumuz, altında ise bilinçsiz olduğumuz basit bir sinirsel faaliyet eşiği ya da bilince daima eşlik eden bir tip aktivite veya nörokimya da yok gibi görünüyor.
Ancak bilincin beyinden kaynaklanan birşey olduğunu kabul etseniz (ki bunu pek de herkes böyle kabul etmiyor) ve bilinçli tecrübeyle ilişki ortaya koyan bir beyin faaliyeti örneği bulsanız dahi, hala bir problemle karşı karşıyasınızdır. Bir nöron kitlesinin faaliyetleri neden herhangi bir his vermelidir ki? Neden parmağınıza bir şey batırmak acı hissi verir? Neden bir gül kırmızı görünür?
Buna bilincin 'zor problem'i adı verilmiştir..."170
Bu sözlerden de anlaşıldığı gibi insanda bilinç oluşturduğu bilinen hiçbir beyin bölgesi bulunmamaktadır. Bilincin kaynağı bir et parçası değil, Allah'ın insana verdiği ruhtur. Yüce Allah bir Kuran ayetinde şöyle bildirmektedir:
Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz?(Secde Suresi, 9)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder