25 Nisan 2014 Cuma

Mağaralardaki Gelişmiş Sanat


Lascaux'daki mağaralarda bulunan duvar resimlerinden bir örnek. Bu resmin, sözde maymunluktan henüz kurtulmuş ilkel bir insan ürünü olmadığı açıktır.
Evrimciler, sözde maymunumsu insanların Avrupa'da bundan yaklaşık 30-40 bin yıl önce, Afrika'da biraz daha eski bir dönemde ani bir geçiş süreci yaşadıklarını, böylece birdenbire modern insanlar gibi düşünme ve üretme kabiliyeti kazandıklarını öne sürerler. Çünkü bu döneme ait arkeolojik bulgular evrim teorisiyle açıklanması mümkün olmayan delillerdir. Darwinist iddiaya göre, neredeyse 200 bin yıl boyunca değişmeden kalan taş-alet teknolojisinin yerini birdenbire, daha ileri ve hızla gelişen el sanatları teknolojisi almıştır. Bir süre önce ağaçlardan inen ve modernleşmeye başlayan sözde ilkel adam, birdenbire sanatsal kabiliyetler geliştirmiş, mağara duvarlarına oyarak veya boyayarak şaşırtıcı güzellikte resimler yapmaya başlamış, kolyeler, gerdanlıklar gibi son derece estetik süs eşyaları üretmiştir. Peki ne olmuştur da böyle bir gelişme yaşanmıştır? "Yarı maymun ilkel varlıklar" neden ve nasıl birdenbire sanata eğilim göstermişlerdir? Evrimci bilim adamları bunun nasıl olup da gerçekleştiğini hiçbir şekilde açıklayamaz, ancak birtakım varsayımlar öne sürerler. Evrimci Roger Lewin, Darwinistlerin bu konuda içine düştüğü sıkıntıyı, Modern İnsanın Kökeni kitabında şu sözlerle ifade eder: "Hala eksik durumdaki arkeolojik kayıtların her bakımdan belirsizliğinden olacak, bilim adamları bu soruya başka başka yanıtlar veriyorlar."5
Arkeolojik bulguların gösterdiği gerçek ise, insanın var olduğu günden itibaren kültürel anlayışa sahip olduğudur. Bu anlayışta zaman zaman ilerlemeler, zaman zaman gerilemeler, keskin değişimler yaşanmış olması mümkündür. Ancak bu, evrimsel bir süreç yaşandığı değil, kültürel bir gelişim ve değişim yaşandığı anlamına gelmektedir. Evrimcilerin, "ani değişiklik" olarak nitelendirdikleri sanatsal eserlerin ortaya çıkışı da, biyolojik (özellikle zihinsel yetenek) olarak insanın gelişimini gösteren bir durum değildir. O dönemde yaşayan insanlar birtakım toplumsal değişimler yaşamış olabilirler, sanat ve üretim anlayışları değişmiş olabilir, ama bu bilgiler, insanın ilkellikten modernliğe geçiş yaptığını gösteren veriler değillerdir.
Geçmiş insanların geride bıraktıkları arkeolojik izlerle, evrimcilere göre olması gereken anatomik ve biyolojik izlerin birbirleriyle tutarsızlığı da Darwinizm'in bu konudaki iddialarını bir kez daha geçersiz kılmaktadır. (Darwinizm'in temel iddiası olan insanın sözde soy ağacını bilimsel olarak yıkan bilgiler için bkz. Harun Yahya, Hayatın Gerçek Kökeni.) Evrimci iddiaya göre, insanın kültürel gelişiminin de biyolojik gelişimiyle doğru orantılı olması gerekir. Örneğin, insanlar önce basit çizgilerle sanatsal duygularını ifade etmeli, daha sonra bu çizgiler biraz daha gelişmeli, bu gelişme yavaş yavaş ilerleyerek sanatsal yetenek doruk noktasına ulaşmalıdır. Oysa, insanlık tarihine ait bulunan ilk sanatsal izler bu varsayımı temelden sarsmaktadır. Sanat tarihinin ilk örnekleri olarak kabul edilen mağara resimleri, oymaları ve kaya kabartmaları dönemin insanının çok üstün bir sanat anlayışına sahip olduğunu göstermektedir. Mağaralarda araştırmalar yapan bilim adamları, bu resimleri sanat tarihinin en önemli ve değerli çalışmalarından biri olarak değerlendirmektedirler. Resimlerdeki gölgelemeler, perspektifin kullanımı ve zarif çizgiler, kabartmalarda ustaca yansıtılan derinlik hissi, oymalarda güneş ışığının çarpmasıyla meydana gelen estetik oynamalar, evrimcilerin açıklayamayacakları özelliklerdir. Çünkü bunlar Darwinist iddiaya göre çok daha ileride ortaya çıkması gereken bir gelişmedir.
Günümüzün sanat anlayışı, gelecek nesiller tarafından evrimci ön yargılarla değerlendirilse toplumumuzla ilgili çok farklı kanaatler oluşabilir. Geleceğin evrimcileri Pablo Picasso'nun, Salvador Dali'nin veya bir başka sürrealist ressamın eserlerine bakarak, günümüz insanlarının da sözde ilkel olduklarını öne sürebilirler. Ama bu, hiçbir şekilde gerçeği yansıtmayan bir yorum olur.
Ortada: Pipolu Adam, Pablo Picasso Gitar, Pablo Picasso
Solda: Öfkeli At, Salvador Dali
Sağda: Saat Patlaması, Salvador Dali
Fransa, İspanya, İtalya, Çin, Hindistan ve Afrika'nın çeşitli yerlerinde, kısaca dünyanın farklı bölgelerinde bulunan pek çok mağara resmi, geçmiş insanın kültürel yapısı hakkında çok önemli bilgiler sunmaktadır. Bu resimlerde kullanılan üslup ve boyama teknikleri, araştırmacıları şaşkınlığa düşürecek kalite ve üstünlüktedir. Darwinist bilim adamları bu resimleri ön yargıyla değerlendirmekte, duydukları şaşkınlığa rağmen, söz konusu eserleri evrim hikayelerini süsleyebilmek için taraflı bir şekilde yorumlamaktadırlar. Günümüz insanının yapısına henüz ulaşmış varlıkların, son derece ilkel koşullar içinde yaşadıkları mağaralarda, korktukları ya da avladıkları hayvanların şekillerini resmettiklerini söylemektedirler. Oysa bu eserlerde kullanılan teknikler söz konusu resmi yapan sanatçıların çok derin bir kavrayışa, kavradıklarını etkileyici bir şekilde resmedebilme yeteneğine sahip olduklarını göstermektedir. Kullanılan boyama teknikleri ise hiç de tahmin edildiği gibi ilkel bir koşulda yaşamıyor olabileceklerinin bir diğer göstergesidir. Üstelik, mağara duvarlarına yapılmış bu resimler dönemin insanlarının mağaralarda yaşadığını gösteren bir delil değildir. Bu eserleri meydana getiren sanatçılar, pekala, yakın civarda bir evde yaşıyor ama eserlerini söz konusu mağara duvarlarına yapmayı tercih ediyor da olabilirler. Neyi resmedeceğini hangi duygu ve düşünceyle seçtiği ise sadece sanatçının bileceği bir şeydir. Bu resimler üzerine pek çok yorum yapılabilir, ama yapılabilecek en gerçek dışı yorum bunların ilkellikten henüz kurtulmuş varlıklar tarafından yapıldıklarıdır. Nitekim, BBC'nin internette yayınlanan bilim sayfasında yer alan 22 Şubat 2000 tarihli haberde mağara resimleriyle ilgili olarak şu satırlara yer verilmektedir:
Bunların ilkel adamlar tarafından yapıldığı düşünülüyordu... Ancak iki bilim adamının yaptığı çalışmalara göre, antik ressamlarla ilgili bu kanaat tamamen yanlış. Onlar bu resimlerin kompleks ve modern toplumun kanıtları olduğunu düşünüyorlar.6
Günümüz sanat anlayışının pek çok eseri de, binlerce yıl sonra aynı mantıkla değerlendirilseydi, 21. yüzyıl toplumunun ilkel bir kabile mi yoksa gelişmiş bir medeniyet mi olduğu sorusu birçok tartışmaya neden olabilirdi. Bundan 5000 sene sonra günümüz ressamlarının tabloları hiç zarar görmeden bulunsa ve günümüzle ilgili hiçbir tarihi belge kalmamış olsa o dönemin insanları çağımız hakkında ne düşünürlerdi? Van Gogh'un ya da Pablo Picasso'nun eserlerini bulan geleceğin insanları, evrimci mantığa göre hareket ediyor olsalar, günümüz toplumu için nasıl yorumlar yaparlardı? Manzara resmi çizen Claude Monet'den dolayı "Daha sanayi gelişememiş, insanlar tarım hayatı yaşıyorlardı" veya Kandinsky'nin soyut resimlerinden dolayı, "Henüz okuma yazma bilmeyen gelişmemiş insanlar çeşitli karalamalarla anlaşabiliyorlardı" yorumunu yapmak günümüz hakkında onları doğru sonuçlara ulaştırabilir miydi?
Cezayir'de bulunan yaklaşık 9000 yıl öncesine ait duvar resimleri
Tuc d'Audoubert Mağarası'ndaki bizon kabartmaları
Resimler, resmi yapan kişilerin sanat anlayışını yansıtır. Ancak bu resimlere bakarak dönemin insanlarının ne yedikleri, hangi koşullarda yaşadıkları, sosyal ilişkilerinin nasıl olduğuna dair yorumlar yapmak ve bu yorumların kesin doğru olduğunu iddia etmek bilimsel bir yaklaşım değildir. Evrimcilerin ısrarla, dönemin insanlarını kendilerince ilkel olarak nitelendirmeleri ise ön yargılı tutumlarının bir neticesidir. Resmedilmiş insan figürlerinin üzerinde, kalın balık sırtı kumaş olduğu görülmektedir. Bu da evrimcilerin iddia ettiği gibi, bir zamanlar insanların yarı çıplak dolaşan, ilkel varlıklar olmadıklarını göstermektedir.
Bütün bu eserler ve arkeolojik buluntular evrim teorisi tarafından açıklanması mümkün olmayan pek çok soruyu gündeme getirmektedir. İnsanların maymunlarla ortak bir atadan geldikleri yanılgısını savunan Darwinizm bu soruların hiçbirini açıklayamaz. Örneğin, on binlerce yıl önce sözde hırıltılar çıkarıp, hayvani bir yaşam sürdüğünü iddia ettikleri maymunumsu varlıkların neden ve nasıl sosyalleşmeye başladıkları sorusu evrimciler için çok büyük bir açmazdır. Bu maymunumsuların neden ağaçlardan yere indikleri, nasıl iki ayakları üzerinde durmaya başladıkları, akıllarının ve yeteneklerinin ne şekilde geliştiği gibi sorular karşısında evrim teorisi bilimsel ve akılcı cevaplar veremez. Bu konuda ileri sürülen açıklamalar yalnızca birtakım ön yargılardan ve hayal ürünü hikayelerden ibarettir.
Evrimcilere "Dallardan dallara atlayarak dolaşan maymunlar, ne olmuştur da yere inmeye karar vermişlerdir?" diye sorarsanız, bunu iklim koşullarının gereği diye cevaplarlar. "Diğer maymunlar da onları taklit ederek yere inebilecekken, neden dallarda dolaşmayı tercih etmişlerdir? Ya da bu iklim koşulları neden sadece bir kısım maymunu etkilemiştir? Aynı iklim koşullarında yaşayan diğer maymunları yere inmekten alıkoyan nedir?" gibi ilk planda aklınıza gelen pek çok soru ise evrim teorisi tarafından akılcı ve mantıklı bir şekilde cevaplanamaz. "Yere inen maymunlar nasıl olmuştur da iki ayakları üzerinde yürümeye başlamışlardır?" diye bir soru sorarsanız evrimciler bu soruya da kendilerince farklı açıklamalar getirmeye çalışırlar. Örneğin bazı evrimciler, diğer güçlü hayvanlardan korunma ihtiyacı nedeniyle bu maymunumsuların arka ayakları üzerinde dik durmaya karar verdiklerini söylerler. Ama bu açıklamaların hiçbiri bilimsel değildir.
Öncelikle iki ayaklılığın evrimi diye bir şey söz konusu bile değildir. İnsan iki ayağı üzerinde dik yürür. Bu, başka hiçbir canlıda rastlanmayan, çok özel bir hareket şeklidir. Burada belirtilmesi gereken en önemli noktalardan biri iki ayaklılığın bir avantaj olmadığıdır. Zira, maymunların hareket şekli insanın iki ayaklı yürüyüşünden daha kolay, hızlı ve verimlidir. İnsan ne bir şempanze gibi ağaçlar arasında daldan dala atlayarak ilerleyebilir, ne de bir çita gibi saatte 125 km. hızla koşabilir. Aksine insan, iki ayağı üzerinde yürüdüğü için, yerde çok daha yavaş bir biçimde hareket edebilir ve bu nedenle doğadaki canlıların en savunmasızlarından biridir. Dolayısıyla, evrim teorisinin kendi mantığına göre, maymunların iki ayaklı yürümeye yönelmelerinin hiçbir anlamı yoktur. Aksine, evrimin hikayelerine göre insanlar dört ayaklı hale gelmelidirler.
Evrimci iddianın bir diğer çıkmazı ise, iki ayaklılığın Darwinizm'in "aşama aşama gelişme" modeline kesinlikle uymamasıdır. Evrimin temelini oluşturan bu model, evrimin bir aşamasında iki ayaklılıkla dört ayaklılık arasında "karma" bir yürüyüş olmasını zorunlu kılar. Oysa İngiliz paleoantropolog Robin Crompton, 1996 yılında bilgisayar yardımıyla yaptığı araştırmalarda bu çeşit bir "karma" yürüyüşün imkansız olduğunu göstermiştir. Crompton'un vardığı sonuç şudur: Bir canlı ya tam dik, ya da tam dört ayağı üzerinde yürüyebilir.27 Bu ikisinin arası bir yürüyüş biçimi, enerji kullanımının aşırı derecede artması nedeniyle mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yarı-iki ayaklı bir canlının var olması mümkün değildir.
Bu sözde ilkel varlıkların nasıl akıllı ve sosyal davranışlar geliştirdikleri sorusunun cevabı da evrimcilerin hezeyanlarına göre, toplu halde yaşadıkları, böylece akıllı ve sosyal davranışlar geliştirdikleridir. Oysa sürü halinde yaşayan yalnızca bu sözde ilkel varlıklar değildir. Goriller, şempanzeler, maymunlar ve daha pek çok hayvan türü sürüler halinde yaşamaktadır. Ama bunların hiçbiri insanlar gibi akıllı ve sosyal davranışlar geliştirmemiştir. Hiçbiri sanatsal yapılar inşa etmemiş, astronomiyle ilgilenmemiş, dev anıtlar yapmamış, kısaca akıl ve yetenek sergileyememiştir. Çünkü akıllı ve bilinçli davranış yalnızca insanlara has özelliklerdir. Geçmişten günümüze izi kalan tüm bu eserler de, bizler gibi akıl ve şuura sahip, hesaplama, planlama, üretme yeteneği olan insanlar tarafından meydana getirilmiştir. Bu insanların ilkel koşullarda yaşadıkları iddiası ise bizzat arkeolojik bulgular tarafından yalanlanmaktadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder